21 Ocak 2014 Salı

FAZLA MEMUR YALANI

Saat 10:11.
Elektrik dairesine girerek, sıra numaramı alıyorum.
202.
Duvardaki pano 151'i gösteriyor.
İçerideki kalabalıktan belli zaten.
8 vezneden sadece iki tanesinde memur var.
Bir başka memur ise sadece elektrik bağlatma işlemleri için veznesinin başında.
Genç bir delikanlı oturmam için bana yerini veriyor.
Dışarıdan gelen insan seli sürekli yanımdan geçmekte.
Çok geçmeden, bastonlu yaşlı bir amcaya ben yer veriyorum.
İnsan kalabalığı küçük salonu tıka basa doldurmuş.
Birbirine yer verenler, sükunetle sırasını bekleyerek gidip paralarını yatıranlar.
Bu arada her veznenin önünde iki vatandaştan biri, görevliyi tanıdığından, işlem sırasında bir sohbet başlıyor aralarında.
İşlem bitiyor, ama biz aralarındaki sohbetin bitmesini beklemeye devam ediyoruz.
Bekleyenler duvar diplerinde, tahtaya kaldırılmış cezalı çocuklar gibi sıralanmışlar.
Neden mi?
Çünkü duvarda yazıyor.
Sıran gelmeden vezneye yaklaşma cıs!!!
Ama içeriye sığmaya imkan yok zaten.
Dedik ya iki vezne çalışıyor.
Başlıyorum volta atmaya.
Saat 10:35.
Memurlardan birine yaklaşarak, mümkün olduğu kadar en sakin ses tonumla soruyorum.
"Neden sadece iki vezne çalışıyor?"
Adam önce dediğimin doğruluğunu konrol etmek istercesine arkadaşlarına bakıyor sonra gayet kendinden emin bir şekilde" Eee.. arkadaşlarımız ya izinli ya hasta."
"Hadi canım" der gibi kaşlarımı kaldırıp volta atmayı sürdürüyorum.
Saat 10:48 İşte mucize. 3. görevli gelerek yerini alıyor ve işlem yapmaya başlıyor.
Biraz evvel konuştuğum memur bana "İşte üç kişi yaptık" diyor.
Hani biraz mahçup olmak yerine, lütfettiğini ima eden bir tavırla.
Aramızda birkaç adım mesafe var.
Tam cevap vermek için adımımı atıyorum.
"Boşver Ebru." deyip vazgeçiyorum.
11:05 Aaa işte bir mucize daha. Bir memur daha aniden iyileşip izinden dönüyor.
Vezneler dört kişi oluyor.
İşlemimi yaptırıyorum.
Bilet makinesinin sıra numarasına bakmak için yanına gidiyorum.
258.
Kalabalığın derecesini anlamışsınızdır.
Kapıdan çıkıyorum, alamıyorum hırsımı dönüyorum aynı memura.
"Ya biri ölürse" diyorum.
Ne dediğimi anlamadığı belli, sessizce yüzüme bakıyor.
"Veznedekilerden biri ölse, ne olacak? diye tekrar ediyorum sorumu. "Hep eksik elemanla mı çalışacaksınız?"
Yine cevap yok.
Hızlı adımlarla çıkıyorum dışarıya.
Bu sefer ehliyet dairesine giriyorum.
Küçük odada 16 kişi bekliyor.
Ben dahil.
Üç veznenin, sadece birinde görevli var.
On dakika sonra başka biri gelerek yerini alıyor ve işleme başlıyor.
Üçüncü vezne ben çıkana kadar boştu.
Yani sözün kısası, memur fazlası var diye şikayet edenlere aldanmayın !!!!!
Yalan!!!!!!!!
Ben bugün hep eksik gördüm, hiç fazlaları yoktu.


1 Ocak 2014 Çarşamba

Maaşlar manşetlerde

Bir Ocak sabahı ne yaptınız?
Ben rutinimi değiştirmek heyecanı ile yataktan fırladım. Aklımda belli bir düşünce, belli bir plan yoktu.
Yatak odamızda, balkonu gizleyen perdeleri araladığımda, bir bahar sabahına uyandığımı anladım.
Kuşlar cıvıldıyor, güneş tüm inadı ile mevsim kış olmasına rağmen parlıyordu.
Zaten kış güneşini severim.
Vadim o kadar yeşildi ki, manzarayı bir süre ayakta hayranlıkla izledim.
Raylı balkon kapısını aralayarak, usulca dışarı süzüldüm.
Güneş yüzümü yaladı.
Soğuk havanın yüzüme vurmasını beklediğimden bir an zaman mevhumumu kaybettim.
Adeta mevsimler karışmıştı.
Koşar adım alt kata inip, kendime yılın ilk kahvesini yaptım.
Az şekerli.
Bu sene şeker kavanozlarında yüzmeye paydos.
Geri döndüğümde balkona attığım, büyük bir yastığın üzerine bağdaş kurarak gözlerimi kapadım.
Sesleri dinledim.
Vızıldayan bir sinek.
Başımın üzerindeki damda, kanat sesleri.
Dört bir tarafımda, belli uzaklıklardan kulağıma çalınan kuş sesleri.
Tüm bunlara rağmen, varlığı hissedilen dingin bir sessizlik.
Ruhu örseleyen, ağır bir sessizlik değil bu.
Bilakis huzur veren, heyecan veren bir sessizlik.
"Herkesi memnun edemeyeceksin 2014. Benim için iyi başladın ama." diyerek gülümsedim.
Yeşil vadiyi, mavi gökyüzünü, çorak dağları izledim bir süre.
Evet bizimkiler uyumaktalar bu arada.
Uzak tutmaya çalıştım akşamki elektrik kesintisini aklımdan.
Ne de olsa, paramızla rezil olmayı öğreteceklerdi bir kez daha fatura kuyruğunda.
Geçen haftaki gazete manşetleri sıralanmaya başladı gözlerimin önünde.
"Ona zam,buna zam."
"Hükümet düşerdi, kalkardı."
"Maaşlar ödendi, ödenecek, ödeniyor."
"13. maaşlar yalan oldu, yok olmadı."
"Acaba dünyanın hangi ülkesinde maaş ödemeleri manşetlere çıkmaktadır?" diyerek gülümsedim.
Komik değil. Trajikomik.
Güneş beni ısttıkça, ısıttı.
Artık fenalık gelince kalktım içeriye girmeye yeltendim.
Bir an durup havaya baktım.
Memleketin hali yansımış sanki güne.
Mırıldanarak söylendim.
"Sen de az dengesiz değilsin, bugün bahar yaptın yarın don yaparsın."

24 Aralık 2013 Salı

2014

Hesap, kitap tutamam.
Muhakemeler yapıp günü kendime zehir edecek, saçma sapan pişmanlıklarla vakit harcamam..
Geçmişi geçmişte bırakır, geleceğe “Hoşgeldin tatlım” diyerek kucak açarım.
Her yeni yıl için, salak saçma zayıflama, vazgeçme, bırakma, yeniden başlama, bir daha asla yapmama, hayatımdan sepetleyeceklerime karar verme gibi tüm aptalca listelerini iki günlüğüne de olsa aklımdan geçiririm.
Çok disiplinli olmadığım için yazma zahmetine girişmem.
Hiç birine uymadığım gibi, hiçbirini gerçekleştirmem.
Çocuklar gibi şen olur, her tarafı süsler püslerim.
Bir ay önceden ne pişireceğime, hangi şarabın içileceğine daha da önemlisi alacağım hediyelerden çok vereceğim hediyelerin peşine düşerim.
Yılbaşı gecesini beklemeden eşime aşk, meşk her türlü binbir cilve ve naz ile bitmek üzere olan yılın son ayını, kocaman, şıkır şıkır parlayan bir hediye paketi gibi sunar, sonra da yarattığım şaşırtıcı etki ile kendi içimde böbürlenirim.
Yeni yıl şarkılarını sesi sona kadar açar bangır bangır söylerim.
Klişe gibi gelse de “ Last Christmas – George Michael” ‘ın şarkısı ile ortalığı inletirim.
Yeni yılın önüme sürülen, 365 tane renkli renkli paket kağıdına sarılı hediyeden meydana geldiğini düşünür dururum.
Öyle de yaşarım.
Kırk yaşına yaklaşmakta olan annesinin, kendisinden daha fazla heyecanlı olmasını yüzüne yerleştirdiği kaçamak tebessümle izleyen kızıma içimdeki coşku ile daha da fazla sarılır, onu daha da fazla öper koklar kısacası baygınlık geçirip beni itene kadar, tüm bunları yapmaya devam ederim.
Biraz soluklanır, ben yine yapışırım.
Ona yeni bir yılın her şeyden önce kocaman bir umut paketi olduğunu, ve ne kadar mutlu olursa olsun umudunu yeşerttiği sürece hayallerinin daha renkli, daha gerçek kılınabilecek olduğunu anlatırım.
Bütün bunlar için yeni bir yılın beklenmesine gerek olmadığını da eklerim, çünkü bunu bilirim.
Tıpkı deliye her gün bayram olduğu gibi.
Yine de her yeni yılın sürprizlere gebe olduğundan, kendi içimizde bir sıfırlanma süreci olduğunu ve her şeye yeniden, yine daha yeni başlanma şansını getirdiğini unutmam.
Kısacası yeni yılı, hayatımdan bir sene daha gitti diye itip kakmaktansa, bana katacağı yenilikleri düşleyerek bağrıma basarım.
Şimdiden mutlu yıllar dileklerimle.

22 Kasım 2013 Cuma

MÜKEMELLİK HASTALIĞI

Her birimiz mükemmel olma çabası içerisindeyiz.
Bir dakika soluklanıp, düşünmüyoruz.
Kime göre mükemmel ? Hangi şartlarda mükemmel ? Neden mükemmel? olmaya çalıştığımızı.
Mükemmel olmaya çalışırken hangi değerleri görmezden gelmeye başladığımızı.
Mükemmel olmak uğruna, kendimizden nasıl vazgeçtiğimizi.
Sevdiklerimizi bazen kendimizi incittiğimizi.
Belki de mükemmel olmaya çalışırken, kendimizi inkar ediyoruz.
Mükemmel olmanın altında aslında gizli bir rekabet yatmakta.
Bilerek ya da bilmeyerek, birileri ile giridiğimiz rekabet sonucunda mükemmelliği yakalamaya çalışıp duruyor insanoğlu.

Oysa çok kolay mükemmel olabilmek.
Kendini olduğu gibi kabul edebilmek en mükemmeli.
Mükemmellik, hoşgörülü olabilmek, sevebilmek, hayata asılabilmekten geçiyor.
Psikolojik olarak araştırdığınız zaman, mükemmelliyetçi insanların,  kusursuza ulaşmaya çalışırken, bir çok rahatsızlığa yakalandıklarını görüyoruz.
Bunlardan bazıları; depresyon, yeme bozuklukları, öfke kontrol güçlüğü, ilişkilerde yaşanan problemler.
Bunların neticesinde de, uyum sorunları meydana çıkmakta.
İş hayatına yansıyan olumlu yönleri olsa da uzun vadede, mükemmelliyetçi olmaya çalışmak ilişkilerimizi baltalıyor.

Bakın Mümün Sekman konuyu nasıl ele alıyor.

Mükemmeliyetçi olup olmadığınızı nasıl anlarsınız
• Sürekli olarak denetleme ve onay alma
• Tekrarlama ve düzeltme
• Aşırı planlama, düzenleme ve sıralama
• Karar vermede güçlük çekme
• Erteleme
• Kaçınma
• Başkalarını değiştirmeye çalışma

Mükemmeliyetçilikle baş etme yolları
• Mükemmel olmanın yarar ve zararlarını ayrı ayrı sıralayın: ödediğiniz bedellerin çok daha fazla olduğunu görebilirsiniz
• Ya hep ya hiç şeklinde eleştirel düşünce tarzının farkına varın: kendiniz ya da bir başkası tarafından mükemmel olmayan şeyler yapıldığında, yapılanların iyi olan yanlarını bulmaya çalışın
• Yapabilecekleriniz konusunda gerçekçi olun: gerçekçi hedefler koydukça, mükemmel olmayan sonuçları, korktuğunuz ya da kaygılandığınız olumsuz sonlara varmadığını yavaş yavaş fark edeceksiniz
• Eleştiri karşısında ve kendiniz hakkında daha nesnel olmaya çalışın: eğer biri sizi yaptığınız bir hatadan dolayı eleştirirse, hatanızı anlamaya çalışın ve hata yapma hakkınız olduğunu hatırlayın. Hatasız öğrenme ve gelişmenin de mümkün olmayacağını unutmayın.

Bir farklı pencereden bakmak gerekirse.
Mükemmelliyetçi olmanız sizi ve çevrenizi mutlu ediyor ise durmayın, devam.
Eğer bir anlık bile olsa" acaba"diyorsanız, konuyu ele almanın vakti gelmiş demektir.

15 Kasım 2013 Cuma

DÜNYA HARİKALARI

Boston Kütüphanesi
Dünyanın ilk kütüphanesi M:Ö 625 yılında Asurlular tarafından kurulmuş.
Tarihin en önemli kütüphanelerinin başında ise İskenderiye Kütüphanesi gelmekte.
M.Ö 3 yüzyılda kurulan kütüphanede, barındırdığı 900.000 el yazması ile çok önemli bir yere sahipti.
Bizans Valisi tarafından yakılan kütüphane ile birlikte, bilim ve kültür adına çok büyük bir hazine de rüzgarda savrulmuş oldu.
Antik Mısır ile ilgili kitaplar okuyanlar bilirler.

Uzun yıllardır, dönem dönem kütüphanelere kitap bağışlarım.
Meslek ile alakası yok.
Bendeki kiatplara ulaşmak konusunda benim kadar şanslı olamayanlara faydam olsun düşüncesi ile.
Kitapları özenle kutuya dizip götürdükten, kısa bir süre sonra, bir teşekkür mektubu gönderme nezaketinde bulunurlar.
Çok mutlu olurum, kendimi çokkk önemli ve işe yarar hissederim.
Fakat bu duygunun yanı sıra, ne yazıktır ki kütüphanelerimize yeteri kadar özen gösterilmemesi beni üzer.
Okuma alışkanlığını zaten bir türlü kazanamamız ile doğru orantılı bir sonuç bu.
Kızım okumayı öğrendiğinde ilk yaptığım, onu kütüphaneye görütüp kayıt ettirmek olmuştu.
Kütüphane kartını aldığında gözleri parlamıştı.
O yaşta bir çocuk için bu inanılmaz bir duygu.
İlkokulda sınıf arkadaşlarım ile elele, öğretmenimizin eşliğinde ilk kez kütüphane gördüğümde ( yaş 7 veya 8 olmalı) ben de aynı duyguyu yaşamıştım.

Dünyanın bazı kütüphanelerinin fotoğraflarını paylaşmak istiyorum.
Ama önce

NOT ALDIM
  
Milletleri ilerleten ve yükselten, zengin kitaplıklardır. (H.Flecher)

Okul için her şey yapabilirsiniz, eğer okulun bir kitaplığı yoksa,hiçbir şey yapmamış olursunuz. (Juley Ferry)

Ödünç verilmiş kitaplar ya kaybolur ya da parçalanmış olarak geri döner. (İspanyol atasözü)

Bir kitaplık, bir cezaevi kapatır. (Seneca)


 
Seattle Merkez Kütüphanesi
St. Gallen Kütüphanesi , İsviçre

Bodleian Kütüphanesi, Oxford






6 Kasım 2013 Çarşamba

SARI SAYFA CİNAYETİ

İçimdeki canavar uyanıyor.
Ele geçirmek, sahiplenmek hırsı ile yanıp tutuşuyor.
Böyle anlarda, ona bir kurban yetmiyor.
Siparişi verdikten sonra, sıkıntılı bir bekleyiş başlıyor.
Bu dönemde en çok zarar gören,kargo şirketi oluyor.
Canavar, titreyen parmaklarına hakim olmaya çalışarak, telefonun tuşlarına tek, tek basıyor.
Yaklaşmakta olan avının kokusunu duyabiliyor.
Kurbanının tam olarak teslim tarihini öğrendikten sonra, o kutsal tören için kendini hazırlıyor.
Yatak odasında, başucunda duran gece lambasının tozu her zamankinden daha fazla itina ile alınıyor.
Daha sonra da komodinin.
Her ikisi de kaderlerine boyun eğerek, bu işkencenin sona ermesini bekliyorlar.
Her şey yerli yerine konulduktan sonra, canavar sıradaki kurbanı olan, kargo şirketinin elemanını beklemeye koyuluyor.
Salondaki perdeyi, gözükmeyecek kadar aralayarak, sokağı izlemeye başlıyor.
Az sonra beklediği araba, caddenin başında gözüküyor.
Yüzüne haince bir gülümseme yayılıyor.
Sokak kapısına doğru ağır adımlarla ilerledikten sonra, kapının çalınmasını bekliyor.
Geçen her saniye, bir yıl gibi gelse de birazdan kurbanı ile başbaşa kalacağını bilmek onu daha da heyecanlandırıyor.
Adamın ayak sesleri gittikçe daha yakından duyulmaya başlanıyor.
Başına geleceklerden habersiz, kolunun altına sıkıştırmış olduğu küçük kutu ile, merdivenleri çıkmakta olan kargo elemanı, canavarın bilmediği bir şarkı mırıldanıyor.
Az sonra kapı çalındığında, canavar avına bir şey belli etmemek için yüzüne takındığı sahte bir gülümseme ile kapıyı açıyor.
Kargo elemanı da, başına geleceklerden habersiz canavara karşılık veriyor.
Cebinden çıkarttığı bir kağıt parçasını canavara uzatarak imzalamasını istiyor.
" Teslim alan, yazılı yerin üst kısmını imzalar mısınız lütfen?"
Canavar ses çıkarmadan genç adamın gözlerine bakıyor.
Onun gözlerindeki ışığa bakıyor.
Yaklaşık beş saniye sürecek vahşetten sonra, genç adamın gözlerinde sönecek olan ışığa bakıyor. Ama endişelenmiyor.
Çünkü paketin içindekileri okumayı bitirir bitirmez yeniden sipariş vereceğini biliyor.
Kısa süre sonra düşüncelerinden sıyrılarak, genç adamın elinde tuttuğu kağıdı, yüzünde hain bir gülümseme ile alıyor.
Diğer eli ise cebindeki cinayet aletini kavrıyor.
Heyecandan nefesi sıklaşıyor ve şimdiden bir sonraki avlarının heyecanı ile yanıp tutuşuyor.
Cebinde tuttuğu, sivri uçlu, gümüş rengi kalemi çıkardıktan sonra teslim formunu imzalıyor.
Böylece bir kargo elemanı daha tarihe karışıyor.
Sevinçle paketi açarak, yatak odasına yöneliyor.
Aldığı kitapları, itina ile komodinin üzerine dizdikten sonra tek tek inceliyor, sayfalarını kokluyor, resimlerine bakıyor.
Akşamın geç saatlerinde, kendisini bir sonraki cinayetine yaklaştıracak olan kitaplardan bir tanesinin, sayfaları arasında kayboluyor.

4 Kasım 2013 Pazartesi

MUHTEŞEM SÜLEYMAN

Ekranlardaki dizi kirliliği malum.
Televizyon seyretmeyen biri olarak, internetten izleyip takip ettiğim bazı diziler var.
Bu kirliliğin içerisinde nefes aldırıyorlar insana.
Tarihe olan merakım yüzünden dönem dizilerini seviyorum.
`Muhteşem Yüzyıl`, 'Ben onu çok sevdim` bunlardan bazıları.
Onları da zaten boş vaktim olursa birkaç bölüm üstüste internetten izliyorum.
Anlayacağınız sizden çok sonra izliyorum ben.
Muhteşem Yüzyıl'ın ne kavgalarla, ne badireler atlatarak ekranlarda tutunmaya çalıştığı malumunuz.
“ Muhteşem” kavgası ve sevdası aynı anda sürüp gidiyor.
Kimler yorum yapmadı ki.
Bakanlar, başkanlar, cezalandırıcılar..
“Ne cüretle yaparsın?” diyenler...
“Bravo geç bile kalınmıştı” diye alkışlayanlar...
Sansür fırsatını asla elinden kaçırmayanlar...
Kim ne derse desin, “ MUHTEŞEM YÜZYIL” öncelikle bir ilktir.
Tarihimizle barışık yaşamak adına bir ilktir.

Son derece köklü bir tarihe sahip bir millet olarak, bugün baktığınızda, Kurtuluş Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu, Atatürk hakkında meydana getirilmiş filmler, belgeseller, iki elin parmağı kadar neredeyse.

Tarihi kişiliklerimizi putlaştırmayı o kadar seviyoruz ki, onların insan olarak gerçekleştirmiş olduklarının ne kadar inanılmaz olduğunu görmeyi unutuyoruz.

Can Dündar’ın “Mustafa”, Zülfü Livaneli’nin “Veda” filmlerinden sonra ortalık kalktı oturdu.
“Vay sen Atatürk’ü nasıl böyle gösterirsin?” diye.
Eleştri, bir sanat eserinin en büyük hediyesidir bu bir gerçek.
Fakat onu görmezden gelmek, hatta daha da ileri gidip ortadan kaldırmaya çalışmak son derece çağ dışı bir yaklaşım.
Eleştirenlerin bir çoğu şikayetçi olanların duygusal yaklaşımından prim yapmaya çalışanlar. ( Şikayetçi olanlar, 80 milyon da 70.000 kişi) Acı olan RTÜK’ün bunu gündem maddesi yapması.

Ben Muhteşem'i seviyorum.
Kostümünü, müziğini, olayları ekrana yansıtıp bir dakika sonra sizi "Hiç bu şekilde düşünmemiştim." şeklinde düşünmeye zorlamasını.
Dönemin, kimselerin şu ana kadar parmak basmaya cesaret edemediği olaylarına, "işin bir de bu tarafı var" dercesine ışık tutuyorlar.
Savaş sahnelerinin az olmasından, padişahın sadece abiyane tabirle karı, kız ile vakit geçirdiğinden dem vurarak eleştirenler oldu.
Tarih sayfalarını biraz daha dikkatli incelerseniz şöyle bir gerçek var.
Haremde padişah döneminde, yaklaşık dört yüz ile beşyüz arasında cariye yaşarmış.
Bunların arasında padişahın yüzünü görmeden, çeyizi ile saraydan uğurlanarak evlendirilenlerin sayısı, haremdeki hatunların nerede ise yüzde doksanına eşit.
Batı dünyasının Harem ile ilgili yarattıkları fantaziler gerçekle uyuşmamaktadır.
Bu kadınların neredeyse tamamı hizmetli görevini sürdürerek maaş alan insanlarmış.
Muhteşem Yüzyıl bir bakış açısı.
Bir yaklaşım.
En önemlisi bir kurgu.
Tarih dersi gibi bir yazı yazmak değil amacım.
Lakin padişahın uçkurunun derdine düşmektense dizide verilen ince mesajları bir yerlere not edip araştırmakta fayda var.

Yoksa uzaktan gazel okumak kolay.